Alaçatı
 

Bugünlerde hepimizin gözde tatil mekânlarından olan Alaçatı, aslında antikçağlardan kalma bir tarihi dokuyu içinde barındırıyor. O zamanlar adı “Agrilia” olan ve konumu bakımından Antikçağ Anadolu Medeniyetlerinden İyonya’nın parçası olan Alaçatı’nın Osmanlı Tarihindeki ilk izleri ise 1300’lü yıllara ait.

Bu yıllarda Alaçatı, Alacaat Aşireti’nin de yerleştiği bir yaya-müsellem köyüymüş. Belde’nin adı da bu aşiretten geliyormuş. Alaçatı’ya bugünkü dokusunu veren Rumların beldeye yerleşmesi ise 19. Yüzyıla dayanıyor.

Alacaat’a gelişi dedesinin bir fırtına sonucu buraya sığınmasına dayanan Hacı Memiş Ağa, Rumların Alacaat’a yerleşmesinde ön ayak olmuş. O sıralar zor dönemlerden geçen Sakız Ada’sında yaşayan Rumları çalışmak üzere Alacaat’a davet eden Hacı Memiş Ağa, aynı zamanda o zamanlar beldeyi saran sıtma hastalığının da bitmesini sağlamış. Kısa süreli sadrazamlık döneminde, beldenin güneyindeki bataklıktan kurtulmak için Alacaat Limanından bir kanal açma projesini başlatmış.

O dönemde büyük toprak sahibi olan Türkler, kanalda çalışmak için gelen Rum işçilere kendi tarlalarından vermişler. İşte bugün sokaklarında gezdiğimiz, denizden birkaç kilometre ötede taş evlerden oluşan dokusuyla Alaç atı’nın kurulması, Rumların bu tarlaları işlemek için yerleşmeleriyle oluşmuş.





Çoğu Sakız Adası’ndan gelen Rum nüfus, bölgede Sakız ve Zeytin Ağaçları yetiştirip, bağcılık ve şarapçılık yaparak beldenin ekonomik zenginliğe ulaşmasını sağlamış. Daha sonra mübadeleyle birlikte Rum nüfus yerine gelen Balkan göçmeni Türk nüfus, bölgeye tütün ve hayvancılığı getirmişler, ancak Alaçatı eski zenginliğine kavuşamamış.


Böylece antik çağlardan beri varlığını sürdüren bu şirin belde, 1990’larda bir kez daha keşfedilmiş. Ama bu sefer ne bağcılığıyla ne de sakız ağaçlarıyla, sörf sayesinde!


Bir zamanlar sıtmanın kaynağı olan Yumru deresinin ucundaki bataklık, günümüzde en önemli sörf merkezlerinden biri.
 Kıyıdaki birçok sörf kulübü, cafe ve beach’leriyle ve sıcak yaz günlerinde cennet gibi gelen esintisiyle keyifli bir ortam sunan sörf plajları, yılda 330 rüzgârlı gün ile Türkiye’nin rüzgar ortalamasından çok daha üstünde olması bakımından her türlü rüzgar sörfü meraklısı için bulunmaz bir fırsat sunuyor. İster yeni öğrenmek için gelin, ister her yıl düzenlenen yarışmalara katılmak için…




Sörf ile eski görkemini kazanan Alaçatı, bugün hepimiz için vazgeçilmez bir tatil noktası. Kimimiz sörf yapmak için geliyoruz, kimimiz daracık otantik sokaklardan geçerek Hacımemiş Camiini, yel değirmenlerini, Alaçatı Meydanı’nı ve Dutlu Kahve’yi görüp tarihi dokuyu hissetmek için. Ya da sadece Ayayorgi’deki ünlü beach’lerin keyfini çıkarıp akşam bir kadeh şarap eşliğinde akşam yemeği yemek ve sonra da bir iki dükkân, belki bir antikacı gezmek için.


Hangi amaçla geliyor olursak olalım, Alaçatı kapılarını açmış bizi bekliyor…